EVRİM TEORİSİNİN ORTAYA ATILIŞI VE
TEORİNİN DAYANDIĞI BİLİMSEL TEMELLER
Anaximander haklıydı çünkü bilim insanları,
atalarımızın izini balıklara kadar sürebildi. Bununla birlikte fikri, kelimenin
bilimsel anlamında bir teori değildi çünkü onu destekleyebilecek veya yanlış
olduğunu kanıtlayabilecek testlere tabi tutulamazdı. Bilimde, "teori"
kelimesi çok yüksek bir kesinlik düzeyine işaret eder ve bilim insanları
evrimden bir teori olarak söz ederler.
Bir teori, doğadaki bir şeyin nasıl çalıştığına dair bir fikirdir ve bu fikrin doğru ya da yanlış olduğunu kanıtlamak için tasarlanmış gözlemler ve deneyler yoluyla titiz testlerden geçmiş demektir. Hayatın evrimi söz konusu olduğunda aralarında Erasmus Darwin adlı 18.yüzyıl İngiliz doktorunun da bulunduğu çeşitli filozoflar ve bilim adamları, daha sonra evrim teorisi haline gelecek olan şeyin farklı çeşitlerini önerdiler. Ancak evrim teorisi, Darwin’in torunu olan Charles Darwin'in ünlü “Türlerin Kökeni Üzerine“ adlı kitabını yayınlamasına kadar bilimsel bir teori statüsüne ulaşamadı. Darwin ve onunla bilim çağdaşı olan İngiliz biyolog Alfred Russel Wallace, birbirlerinden bağımsız olarak evrimin doğal seleksiyon adı verilen bir fenomen nedeniyle gerçekleştiğini öne sürdüler.
1859'da ortaya atılan bu teori aslında doğal seçimle gerçekleşen evrimin; kalıtımsal, fiziksel veya davranışsal özelliklerdeki değişimler sonucunda organizmaların zaman içinde değişmesini içeren bir süreç olduğunu söyler. Bir organizmanın çevresine daha iyi uyum sağlamasına izin veren değişiklikler, onun hayatta kalmasına ve daha fazla yavruya sahip olmasına yardımcı olacaktır.
EVRİM VE DOĞAL SEÇİLİM ARASINDA NASIL BİR İLİŞKİ VARDIR?
Doğal seçilim teorisine göre, hayatta kalmak için
büyümek ve üremek konusunda fiziksel olarak daha donanımlı olmak gerekiyor. Öte
yandan, bu tür gereksinimlerden yoksun olan canlılar üreyebilecekleri yaşa
kadar bile ulaşamazlar. Doğal seçilim bazen "en uygun olanın hayatta
kalması" olarak özetlenir, çünkü "en uygun" organizmalar - çevrelerine
en uygun olanlar - en başarılı şekilde çoğalabilirler ve özelliklerini bir
sonraki nesle aktarmaları, zayıf olan organizmalara göre çok daha olasıdır.
Doğal seçilim teorisi bazen "en güçlü olanın hayatta kalması" olarak
tanımlansa da, bunun yanıltıcı olabileceğini de çok açık ve burada sözü geçen
"uygunluk"; bir organizmanın gücünü veya atletik yeteneğini değil,
daha çok hayatta kalma ve üreme yeteneğini ifade eder.
Örneğin, Ekim 2017'de Kişilik ve Bireysel Farklılıklar
dergisinde yayınlanan 1.900 öğrenci üzerinde insan evrimi üzerine yapılan bir
araştırma, insanlardan daha hızlı gelişen ve hızla değişen sosyal teknolojik
gelişmeler nedeniyle birçok insanın bir eş bulmakta güçlük çekebileceğini
ortaya çıkardı. Kıbrıs'taki Lefkoşa Üniversitesi'nde Sosyal Bilimler doçenti
olan baş araştırma yazarı Menelaos Apostolou, "Her 2 kişiden yaklaşık 1'i
çiftleşme alanında önemli zorluklarla karşı karşıya." dedi. "Çoğu
durumda bu zorluklar yanlış veya bozuk bir şeyden değil, işlev görmek için
evrimleştikleri ortamdan çok daha farklı bir ortamda yaşayan insanlardan
kaynaklanıyor."
Bu, bir ortam değişirse o çevrede hayatta kalmayı artıran özelliklerin de yavaş yavaş değişeceği veya gelişeceği anlamına gelir. Doğal seçilim ortaya çıktığı andan itibaren yaşamın evrimini açıklamada o kadar güçlü bir fikirdi ki, hızla bilimsel bir teori olarak yerleşti. Biyologlar o zamandan beri evrimi etkileyen çok sayıda doğal seçilim örneği gözlemlediler. Bugün, yaşamın geliştiği birkaç mekanizmadan sadece biri olduğu bilinmektedir. Örneğin, genetik sürüklenme, türlerin evrimleşmesine dair çok önemli bir mekanizmadır. Genetik sürüklenmede, gen veya allel frekansları - tamamen tesadüfen – değişir. Genetik sürüklenmenin ilginç yanı ise frekansı (belirli bir popülasyonda görülme sıklığı) değiştirirken yapıyı etkilememesidir, yani bir tür mutasyon değildir.
Resim 1 : Günümüzdeki atın evrimsel değişimi |
YAPILAN ARAŞTIRMALARA GÖZ GEZDİRECEK OLURSAK ...
Nature dergisinde yayınlanmış olan bir araştırmada; toplanan DNA örnekleri ile 120 kuş genomu (hepsi de ‘Darwin ispinozları’ olarak bilinen 15 tür kuşa ait) karşılaştırıldı ve gaga şeklini belirleyen gen bulundu. Körelmiş gagaları olan türler (Geospiza magnirostris) incelendiğinde, sivri gagalı kuşlara (G. conirostris) nazaran DNA’larında bir esneme olduğu görüldü. Araştırmacılar DNA esnemesinin içinde ALX1 adında bir gen buldular; ki bu gen daha önce hem insanda hem farede bulunmuş, yüz şekli belirleyici bir gendir.
Resim 3 : ALX1 geni bozukluğunda meydana gelen Microphthalmia |
Resim 4 : Koyu ve açık renkli biberli güveler (Peppered moth) |
3 Yorumlar
Emeğinize sağlık.
YanıtlaSilOkumaya değer bir yazı
YanıtlaSilEmeğinize sağlık, okumaya değer güzel bir makale olmuş. Devamını bekliyor okacağız.
YanıtlaSil