Evrim ve doğal seçilim yazısının ikinci kısmı
olması dolayısıyla Part I'i okumamış olanlara fikir olması açısından veya okuyup da
biraz unutmuş olabilecekler için ilk kısımda nelere dikkat çektiğimizi
hatırlatmak istiyorum. Part I'de evrim teorisinin ortaya çıkışı, ne tür
temellere dayandığı ve evrimi iyi anlamamız için olmazsa olmaz olan doğal
seçilimden kısaca söz etmiştik. Yapılan birkaç araştırma/gözlem ile bu teoriyi
destekleyen bazı bulguları sizlerle paylaşmıştık ve yazının devamı olan Part
II'de de araştırma örnekleri vermeye devam edip konunun anlaşılabilirliğini
biraz daha artırmayı amaçlıyorum. Modern insanın evrimine bu kısımda
değinmeyerek yazıyı tutup, son part olan Part III'de nihayet bu konudan bahsedeceğiz.
EVRİM-GEN İLİŞKİSİ
Evrimin genlerimizle olan
ilişkisine bakmak istediğimizde, evrim mekanizmalarının genomik seviyede
işlediğini söylememiz gerekir ve farklı türlerin nasıl evrimleştiğini anlamak
için genomlarındaki DNA dizilerine bakmalıyız çünkü evrimsel tarihimiz
genomumuza yazılmış durumdadır. İnsan genomu, atalarımızı etkileyen tüm genetik
değişiklikler bakımından olduğu gibi görünür. Farklı türlerdeki DNA ve genler
birbirine çok benzediğinde bu, genellikle onların aynı ataları paylaştıklarının
kanıtı olarak ele alınır.
 |
Şekil 1: Fruit fly Drosophila Melanogaster |
Örneğin insanlar ve genetik laboratuvarlarının
popüler canlısı olan meyve sineği Drosophila Melanogaster, DNA’larının çoğunu
paylaşır. Bunu insanlarda hastalıklara neden olan genlerin %75’i meyve
sineğinde de bulunur şeklinde söylememiz daha açıklayıcı olur.
 |
Şekil 2: Balina evrim süreci
|
Günümüzde en net olarak bilinen evrimsel süreçlerden biri balinaların evrimidir ve bu süreci anlamak için doğal seçilimin nasıl
çalıştığına dair temel bir anlayışı da kavramak gerekir. Doğal seçilim, bir
türü küçük şekillerde değiştirebilir ve bir popülasyonun birkaç nesil boyunca
rengini veya boyutunu değiştirmesine neden olabilir. Buna
"mikroevrim" denir ancak doğal seçilim bundan çok daha fazlasını da
yapabilir. Yeterli zaman ve DNA’da birikmiş yeterli değişiklikler sağlandığında,
doğal seçilim "makroevrim" olarak bilinen tamamen yeni türler
yaratabilir. Dinozorları kuşlara, amfibi memelileri balinalara ve maymunların
atalarını insanlara dönüştürebilir.
 |
Şekil 3: Balinaların burun açıklığı (nostril) evrimi |
Balina örneğine geri dönecek olursak; evrimi kılavuz olarak kullanan ve doğal seçilimin nasıl işlediğini bilen biyologlar, ilk balinaların karadan suya geçişinin bir dizi öngörülebilir adımda gerçekleştiğini biliyorlardı. Örneğin birçok memelide burun kafanın önünde olsa da balinalarda ve yunuslarda bulunan burun açıklığı (nostril) ilginç bir şekilde kafanın üst kısmında bulunur. Fosil kayıtlarına baktığımızda balinaların atalarında bu deliğin kafanın ön kısmında olduğunu, yani dolayısıyla nostrilin evrimleştiğini söyleyebiliriz. Bu noktada bakmamız gereken, iki form arasındaki geçiş formlarına - nostrilin bulunduğu bölge bakımından - dair fosil kayıtlarının olup olmamasıdır. Bu kayıtlar incelendiğinde; ara geçiş türlerindeki burunların kimisinde önde, kimisinde ortada ve kimisinde kafanın üstünde olmak üzere daha birçok ara formun kanıt olarak sunulabileceğini söylemek gerekiyor. Balinaların evrimi bununla da sınırlı değil. Kayıtlara bakarak ilk balinalardan günümüze kadar olan süreçte, diğer vücut kısımlarının da değiştiğini görüyoruz. Örneğin balinalarda bulunan arka bacak kemikleri hiçbir işe yaramasa da vücutlarında hala üretilmektedir ve kalıntılardaki bu körelmiş arka bacaklar ulaşılan en net kanıtlardan birisidir. Ayrıca ön ayaklar da yüzgeçlere dönüşmüş, vücutları daha düzenli hale gelerek kendilerini suda daha iyi ilerletmek için kuyruk geliştirmiştir.
 |
Şekil 5: Boynuzlarıyla dikkat çeken erkek geyik
|
 |
Şekil 4: Renkli tüyleriyle tavus kuşu
|
Darwin ayrıca bir
organizmanın eşini çekmedeki başarısına bağlı olan cinsel seçilim - bir doğal
seçilim biçimi - sürecini tanımladı.
Tavus kuşlarının renkli tüyleri ve erkek geyiklerin boynuzları, bu tür seçilim
altında gelişen özelliklerin örnekleridir. Bunların yanında Darwin, evrim
teorisi geliştiren ilk veya tek bilim insanı değildi.
 |
Şekil 6: Jean-Baptiste Lamarck |
Fransız biyolog
Jean-Baptiste Lamarck, bazı ayrıntılar konusunda yanılmış olmasına rağmen bir
organizmanın özelliklerini yavrularına aktarabileceği fikrini ortaya attı. (Burada
belirtmemiz gerekir ki Lamarck’ın evrimi, içinde hem doğrular hem de yanlışlar
barındırmaktadır. Bu prensip, Darwin’in
teorisi gibi doğal seçilime dayanmıyordu. Lamarck’ın evrim prensibi;
‘kullanılan organlar gelişir, kullanılmayanlar ise körelir’ şeklindedir ve bu
körelmiş/gelişmiş organların sonraki nesillere aktarıldığını öne sürmüştür. Bu
noktada asıl yanılgı, mekanizmanın ‘kullanım miktarı’ üzerine temellenmiyor
olmasıdır. Lamarck’a göre hayatı boyunca kas geliştirme üzerine çalışan bir
kişinin kasları çok gelişir ve bu gelişim yavrulara aktarılarak nesiller
boyunca yavrularda ortaya çıkmaya devam eder. Günümüzde bu ‘gelişimin’
kalıtımla aktarılan bir özellik statüsünde olmadığını ve modifikasyon olarak
adlandırıldığını biliyoruz. Yani bu prensibin kolaylıkla yanlışlanabilir bir
temel üzerine kurulduğunu söyleyebiliriz.)
Yazının bu bölümünü de bazı modifikasyon örnekleri vererek bitirelim.
 |
Şekil 7: Himalaya tavşanında sıcaklığın kürk rengine etkisi |
 |
Şekil 8: Çuha çiçeklerinde ortam sıcaklığının çiçek rengine etkisi (Beyaz 15-20°C - Kırmızı 30-35°C) |
 |
Şekil 9: Dişi bir arının İşçi arı(solda) veya kraliçe arı(sağda) olacağı yediği besine göre belirlenir. İşçi arı yalnızca polenle beslenirken, kraliçe arı bal ve arı sütüyle beslenir.
|
0 Yorumlar